Camp Half-Blood Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Camp Half-Blood Rpg

Tanrılar ve onların çocuklarının macerasına siz de katılın!
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Androméda

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Adroméda Ophélia




Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 19/07/10

Androméda Empty
MesajKonu: Androméda   Androméda EmptySalı Tem. 20, 2010 12:21 am

Her yaylanışımdan sonra yavaşça attığım adım ayağımın altında ezilen çimlerin hışırdamasına neden oluyor. Bu sesi nefes alışımı keserek dinliyorum. Ağırkanlı olduğumdan yorulmamam gerektiği halde ciğerlerimdeki hava bana zor yetiyor. Bununsa tek nedeni etrafımda kullanılan tütün, astımıma yol açan tütün. Ailemden soğumamın nedeni beklide buydu gene de emin olamıyorum. Bazen içinden geleni yapınca insan mutlu olabiliyor bende kendimde olmadığımdan bu aksine işliyor ve kanıma susuyor. Artık bıktım desem de bu halimden memnunum, bu benim farklı olmamı ve insanların arasında kaybolabilmemi sağlıyor. Artık adımlarımı hızlandırıp tatil günümü güzel bir yemekle sonlandırmalıyım. İstediğimi söyleyemem ama karnımdan gelen gurultular doyumsuzluğumu hatırlatıyor bana. Sol elimi karnıma götürüp elimin tersiyle teselli ediyorum kendimi. Bu beni biraz olsun rahatlatıyor ve boşta kalan elimle kafamdaki kasketi düzeltiyorum. Burada muggle kıyafetleriyle gezinmemden iğrenenler var ama bunları seviyorum. Bu yaz sıcağında cübbemi ve pelerinimi giymek çok saçma gibi geliyor bana, zaten her zaman kendimi her zaman rahat hissettiğim şeyleri giymişimdir. Hogwarts’ın bahçesi gerçekten çok büyük ve yer yer dinlenmem için yaslandığım kayalar var. İşte onlardan birinin, sandığım kadarıyla en büyüğünün, toprakla buluştuğu yerdeki aralığa sığınıyorum. Sadece gövdemi sokabiliyorum oraya, uzun bacaklarım dışarıda kalıyor. Yorgunluğum gidermek için kafamı yaşa dayıyorum ve tümsek halindeki toprağın ardından kulelerden birini izliyorum. Gerçekten bu beni ferahlatıyor. Ne kayanın sertliğinin sırtımı acıttığından ne elimin altındaki karıncalardan ne de kafamı koyduğum yerin sertliğinden muzdaripim. Günlerdir bu kadar rahat olmadığım da bariz. İçime bir solukta çektiğim hava yorulan ciğerlerimi rahatlatıyor ve yürümekten uyuşan ayaklarımda böylece dinlenmiş oluyor. Hayatımdan memnunum, ne kadar sorunum olursa olsun. Artık tüm hayıflanmalarımdan kurtuluyorum. Elimle kayaya destek alıp saklandığım yerden biraz olsun dışarıya çıkıyorum ve ayaklarım sayesinde doğrularak biraz geriniyorum. Şimdi Büyük Salon’a gitmeliyim, aslında doyum oranım eskisi gibi değil. Dakikalardır beni uyaran karnım artık pes etmiş durumda. Ama onu daha fazla yormamalıyım. Ayağa kalkıp etrafıma bakınıyorum, havanın kararmasına daha çok var. Etrafımda dönerek bir çember çiziyorum ve her şeyi gözden geçiriyorum. Öncelikle aşağı tarafta kalan Sihirli Yaratıkların Bakımı’nda kullanılan alanını izliyorum ve ona göre bana daha yakın olan kulübeyi süzdükçe aldığım nefesle birlikte ayak parmaklarıma kadar beni rahatlayan havayı daha da hissediyorum. İçimden oraya gitmek geliyor ama kendimi yormak istemiyorum ve gitmemeliyim. Hemen arkama dönüp başımı dikleştiriyor ve elimi çeneme götürüp kuleleri izliyorum. Şimdiye dek fark etmediğim şeyler çoğunlukta ve bu da merakımı artırıyor. Dakikalarca Astronomi Kulesi’nin paralelindeki kuleyi süzüyorum. Üstünde iki kişi var ve oradaki korkuluğa yaslanmış konuşuyorlar. Birisini tanıyorum: Chuck. Yanında kim var bilmiyorum ama onları biraz daha izliyorum. Chuck onunla konuşuyor ve sanki onu azarlıyor. Durduğu yerin etrafında birkaç adım atıyor ve karşısındaki çocuk biraz telaşlanıp buradan da görünen el hareketleriyle gözden kayboluyor. Chuck’ın ne yaptığını çok merak ediyorum ve buradan seslenmek istiyorum. Kendisi en alçak kulede olmasına rağmen beni birkaç profesör görebilir ve istemediğim şeyler olabilir. Birkaç sessiz dakika daha geçiyor, Chuck bu dakikalarda bahçeyi izliyor. İleriyi ve ormanı süzerken beni göremiyor ve daha sonra da önceki çocuk gibi oda oradan ayrılıyor. İkisinin de akşam yemeğine gittiğini sanıyorum. Yanındaki her kimse o öncelikle bir yere uğradı, Chuck ise tam saatinde Büyük Salon’a inmek istiyor. Gene de emin değilim ve içeriye girip onlarla konuşmalıyım.

Ayaklarıma bakıp bağcıklarımın yerinde olup olmadığına bakıyor ve birkaç yavaş adımla kendimi sınıyorum. Annemin doğum günümde hediye ettiği bağcıklar sihirli ve ben farkında olmadan giydiğim muggle ayakkabılarını bazen düğümleyebiliyorlar. Ayakkabılara bir zararları olmamasına rağmen bazen birbirlerine dolanıyor ve yürüyemeyip yere düşmemi sağlıyorlar. Bunlardan kurtulmalıyım ancak daha iyi bir malzemem yok elimde, bunlarla idare edip Noel’de yeni bir şeyler almalıyım diye düşünüyorum. Artık kendimden ve bağcıklarımdan eminim, geniş ve hızlı adımlarla girişe yaklaşıyorum ve giydiğim tişörtü düzeltip Büyük Salon’a giriyorum. Salon her zamanki gibi ihtişamlı ve destansı yemekler beni bekliyor. Etrafıma bakınıp haftada bir yer değiştiren masalardan binamın masasının nerede olduğuna bakıyorum ve süzdüğüm üç uzun masanın paralelindeki kızıl-altın sarısı flamalarla süslenmiş masayı fark ediyorum. Salonun en ucundaki masayı süzerken adımlarım yavaşlıyor ve suratıma hafif bir gülümseme yerleştiriyorum. Diğer 1. sınıfların yanına, profesörlerin masasına yakın olan kısma, gidip Chuck’ı arıyorum. Duvar tarafına oturduğunu ve yanında karşısında kimsenin olmadığını fark edip karşısına geçiyorum. Masaya oturduğumda elinde tuttuğu kitapçığa bakmayı sürdürüyor ve önündeki dokunulmamış kabak suyunu fark edip uyarıyorum onu. “Kabak suyunu içmeyecek misin?” Sesim yeterince çatlak ve bu Chuck’ın biraz ürkmesine, kaşlarından birini kaldırmasına neden oluyor. Bana gülümseyip elindekini masanın hizasından yükseltip bana gösteriyor. Onun Sihir Tarihi Profesörü’nün verdiği kitapçığı incelediğini anlıyorum ve önümdeki makarnadan tabağıma biraz koyup mimiklerimle onu neden taşıdığını soruyorum. Ben makarnayı koyup işlemeli çatalımı elime aldığımdan sessizce “Bulduğun oda hakkında hiçbir şey yok Lissa.” diyor ve kafasını sallayıp kitapçığı bana doğru uzatıyor tabakların arasından. Onu elimin tersiyle itiyorum ve Baykuşhane’deki konuşmamı ona hatırlatıyorum. Nymph Hala’m onun kimse tarafından ifşa edilmek istenmediğini söylediğini duyunca beni doğruluyor ve beraber kendimize bir gün ayarlıyoruz İhtiyaç Odası’na gitmek için. Salı günü sabah dersimiz olmadığından kahvaltıdan sonra gitmeyi planlıyoruz çünkü İksir’e kadar yaklaşık 2 saatimiz var.

Karnımı doyurduktan sonra diğer arkadaşlarımla birlikte Ortak Salon’a gidiyoruz. Şişman Kadın portresinden bizi azarlayıp içeriye alıyor ve ikimiz de yatakhanelerimize çıkıyoruz. Kızlar Yatakhanesi bomboş bütün birinci sınıflar aşağıda ve ben bundan çok memnun oluyorum. Hemen perşembe günü Vicky ile yaptığım konuşma geliyor aklıma ve Sovie’nin getirdiği mektuplar. Chuck’ın mektubunu verdiğimi düşünerek kendi mektubumu nereye sakladığımı düşünüyorum. Victoria odaya geldiğinden pencerenin altında oturduğum aklıma geliyor ve hemen oraya gidip etrafa bakıyorum. Kızlardan birisinin koyduğu çantanın altından çıkıyor ezilmiş ve rulo halindeki mektup. Hemen açıp okuyorum ve kimsenin okumadığını umarak kâğıtta bir şeyler arıyorum kendimi bilmeden. Bundan vazgeçip yatağıma gidiyor ve perdeleri çekip yatağa oturuyorum. Mektuptaki her kelimeyi daha da vurgulayarak okuyunca kendimi rahat hissediyorum ve Mick’in el yazısının okunaklı oluşu da beni daha da ferahlatıyor.

“Merhaba Lissa. Umarım iyisinizdir. Bu mektubu nasıl yolladığımı eminim merak ediyorsundur.Sovie'yi nasıl bulduğumdan başlamalıyım. Biliyorsun siz gittikten sonra J pek mutlu değil ve buradan ayrılıp her yere gidiyor. Geçenler de gelirken yanında Sovie de vardı. Bu çok şaşırtıcı, onun kadar genç bir baykuş bunu nasıl yapabiliyor? Ne olduğu hakkında bir fikrim yok ama sonuçta ikisi de buraya geldiler. J'in onu Hogwarts yakınlarında bulmasından şüpheleniyorum, belki de Hogsmade’te karşılaştılar ama her ne olmuşsa buluşmuş ve buraya gelmişler. Rose'u göndermeden önce bu notları iliştirdim sizin için. Kendinize iyi bakın ve Hogwarts’ın tadını çıkarın. Umarım derslerinizde zorlanmazsınız...”

Mick’in umduğu şeylerin gerçekleşmesi için neler verebileceğimi düşünürken aldığım notlar aklıma geliyor ve biraz moralim bozuluyor. İksir, Uçuş ve Sihir Tarihi’nden aldığım notları düzeltmem gerektiğini düşününce her şey bir kâbusa dönüyor ve iyice karamsarlaşıyorum. Bunu atlatabilmek için gözlerimi ovuşturuyor ve mektubumu yastığımın altına koyuyorum. Elimle karmakarışık saçlarımı düzelterek Ortak Salon’a iniyorum. Şimdi tek umduğum şey satranç oynayabilmek ve aşağı indiğimde Chuck beni masada bekliyor. Hemen yanına gidip satranç tahtasını alacağımı söylüyor ve ağır Büyücü Satranç’ıyla geri masaya dönüyorum. Tahtayı ortamıza yerleştirerek oyuna başlıyoruz ve bir yandan da onu konuşturuyorum. “Kulede kiminleydin Chuck?” diye sorar sormaz yüzünü buruşturup konuşuyor. “Aşağıdaki hareket eden nokta sen miydin?” diyor ve bir kahkaha atıp atını E-8’e sürüyor ve “Daniel ile karşılaştık. Hayıflanıp duruyordu.” diye devam ediyor. Artık sadece oyuna veriyoruz kendimizi ve uykumuz gelene kadar taşlarımız birbirini parçalıyor haince.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ares
Savaş Tanrısı
Savaş Tanrısı
Ares


Mesaj Sayısı : 33
Kayıt tarihi : 29/06/10

Androméda Empty
MesajKonu: Geri: Androméda   Androméda EmptyPerş. Tem. 29, 2010 10:42 pm

Garip bir akıcılık sorunu vardı rp'de sanki sürekli virgül bekliyordum cümle sonlarına. Onun dışında bir kaç yazım hatası dışında bir şey yoktu. Renklendirmede de az bir problem gördüm.
Puanınız, 90. İyi RPler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Androméda
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Camp Half-Blood Rpg :: Rp Out :: Rp Seviyeleri :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: